4 Haziran 2007 de Antalya dan arabayla yola çıkılıyor. Antalya, Karaman , Silifke, Mersin, Antep üzerinden Suriye. Uzaklar Bizi çağırıyor. Görüşmek Üzere.
Efendim 5 haziran salı günü antepe vardık. Yaptığımız muhtelif dangalaklıklar sonucu Antalya'dan akşam üstü 17:00 gibi çıkabildik. Antep'e de sabah 06:00 gibi vardık. Kadim kankam ruhsal sorunlarından dolayı gece araba kullanamadığından tüm gece araba kullanmak zorunda kaldım.N
Arabayı uygun bir yere park edip Suriye Başkonsolosluğu'na doğru yürümeye başladık. Yolda bir çocuk yanımıza geldi ve işlemlerimizi yapabiliceğini söyledi. Tabi insan hemen kıllanıyor. Ama saolsun Yahya tüm işlemlerimizi adam başı 5 Ytl ye halletti. Üstüne birde Cola ısmarladı. Enteresan bir arkadaş edinmiştik antepte.
Suriye vizesi almak istiyorsanız konsolosluğun yakınlarında Mahli Yeminli tercüman bürosu var. Oradan Yahyayı bulun. Hiç uğraşmadan 4 saatte aldık vizeleri
Antep'te imam çağdaş da yemeklerimizde yedik.
Şansımıza Kilis - suriye sınırındada polis arkadaşlar vardı. Onların yardımıyla sık sık sınırı geçen bir taksici bizi hemen suriye tarafına geçirdi. pasaport işlemleri için bile inmedik arabadan. Bu tembellik başa bela :-))) ama foto çektirmek için malesef indim arabadan.
Tabi aynı iranda olduğu gibi sınır kapılarındaki geleneksel fırçamızı yedik :-))))) bir gün bir sınır kapısında tutuklanıcağız bu foto çekme saplantımız yüzünden. Aslında öyle fazla fotoğraf meraklısı değilim ama sınır kapıları hoşuma gidiyor. bu fotoda fırça anı gözüküyor buradada yasakmış fotoğraf çekmek.
Neyse sınırdan geçtik . Sınırdan geçiren, devamlı Suriye - Türkiye arası mekik dokuyan Muhdat adındaki bir suriyeli taksici. Bizi sınır yakınındaki bir benzin istasyonuna bıraktı. Adamın devamlı Türkiyede işi olduğundan, bir ihtimam bir ilgi
kahveler colalar. Neyse bu ortadoğu topraklarında dakiklik diye bir kavram olmadığından , günlüğü 30$'lara anlaştığımız soförümüz Ahmet'i 3 saat kadar bekledik.
Ahmet bir arabayla geldiki artı Ahmet 15 kelime türkçe 10 kelimede ingilizce biliyor , tatil çok zevkli geçiceğe benziyor. Halep'e doğru çıktık yola. Suriye'de benzinin kalitesi oldukça kötü. Sık sık yolda kaldık bu yüzden. Ama suriyeliler durumu bildiklerinden iki dakikada karbüratörü temizliyorlar.
HALEPHalep ,için dünyanın en eski şehri diyorlar çeşitli kitaplarda. Burada bizi baba - oğul Esad'lar karşılıyor. Adamların her yerde fotoları, büstleri . Taksilerin, otobüslerin üstlerinde, duvarlarda, restaurantlarda. Birde sünnet çocuğu gibi askeri üniformayla resimleri var. Sanırsın Mohaç meydan savaşını kazanmışlar.
Halep'in köklü otellerinden biri olan Baron otel'de kaldık. Otel ortadoğunun faaliyette olan en eski oteliymiş. 1911 yılında yapılmış. Yarım saatlik bir pazarlık sonucu 1 double ve Ahmet için 1 single odayı 50$ la anlaştık. oteli çok sevdim . tarihi bir havası var. Charles Lindberg, Theodore Roosevelt, Agatha Christie, Arabistanlı Lawrence ve ulu önder Atatürk bu otelde kalmışlar. Zamanında bayağı tercih edilen bir otelmiş.
Otele yerleştikten sonra Halepte dolaşmaya başladık. Halep'i, İran'ın Tebriz kentine benzettim. Çok dinamik bir kent. Osmanlı şehirciliğinin klasik bir örneği olan Halep'in özelliklerinden biri de Kayşani ismindeki taş cinsinin yapılarda kullanılması. Birde muhtemelen hala Fransızlardan kalma şehir planını uyguluyorlar bütün yapılar eşit boyda ve yollarda çukur, çöp, çamur göremiyorsunuz. Türkler, Ermeniler, Hristiyanlar, Araplar ve Kürtler huzur içinde birarada yaşıyorlar. Kimse kimseye karışmıyor. İnsan buraları gördükçe ülkemizde niye bu kadar hoşgörü yok diye kendi kendine kızıyor. Şehrin bu mozaik gibi etnik yapısı doğal olarak büyük bir canlılık kazandırmış. Yemek için halep'in Ermeni mahallesine gittik. Halep kebaplarını ve mezelerini anlatmak veya tarif etmek istemiyorum , denemek lazım tatmak lazım. Tabi birde Rakının aynısı fakat alkol oranı 51,5 olan Arak'ı unutmamak lazım. İçki içme kapasitemiz oldukça etkiledi suriyelileri, rehberimiz ahmet'i ve özellikle otel çalışanlarını :-) Ermenilerin büyük çoğunluğu türkçe biliyor ve türk olduğumuzu öğrenince beklemediğimiz şekilde iyi davranıyorlar. İnsanları ayıran politik görüşlere bir daha kızıyoruz. Halep müzesinden şiddetle uzak durun. O nasıl bir müzeydi anlıyamadım . Üst katlarda sigara içerek tarihi eserlere baktık. İlk defa bir müzede sigara içtim.
Restaurantların çoğu ermeniler tarafından işletiliyor. Garsonlar ise kürt. Yemekten sonra Halep'te dolaşmaya başladık. ilk durak Emeviye camii. Hikayesini , tarihçesini internetten bulun. Beni özellikle kör imamlar etkiledi. sırayla dizilmişler kuran okuyorlar ve insanlar bunlara para veriyor.Çok huzurlu bir ortamdı.
Sabah erkenden kalkıyoruz. İlk olarak Halep kalesini görmek istiyoruz. türkiye'de böyle kalelere alışmadığımızdan bizi oldukça etkiliyor. Kale değil aslında, sanki içi yaşıyan bir kent gibi. tarihi M.ö 3000 yıllarına kadar uzanıyor. Çevresinde zamanında 30 M derinliğinde 50 M genişiliğinde bir hendek varmış. Sırasıyla Mezopotamya devletleri, Roma imparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Arap hakimiyeti, Büyük Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu devirleri yaşanmış. Haçlı savaşlarında Müslümanların önemli bir direnç noktası olmuş. Kesinlikle görülmesi gereken bir yer.
Halep Kalesinin iç kısmı
Halep Kalesi taht odası
Sonra Halepte ; sırasıyla Suq (Kapalıçarşı), Bab Qinnesrin Sokağı ve Al-Jideyda ı dolaştık. Suq bizdede örnekleri olan bir kapalıçarşı ama farkı turistik olmaktan ziyade yerel halkın kullandığı içinde kuyumcu, kasab, halıcı , falefel, full cular, turşucu vsvsvsvsvsvs her türlü esnaf var. Bab Qinnesrin Sokağı nda ise; su sesiyle akıl hastalarının rehabilite edildiği bimaristan adında bir hastane vardı. Burayı özellikle ikimizde rehabilite olmak için görmek istiyorduk. Ama şansımıza kapalıydı. Dolayısıyla rehabilite olamadık ve seneye Kamboçya - vietnam - laos seyahatine çıkmaya karar aldık :-)) Al-Jideyda ise Ermeni halkın çoğunlukla yerleştiği oldukça güzel otantik bir mahalle. Daracık sokaklar, her birinde çeşmeler olan büyük avlulu evler. görülmeye değer.
Yorgunluğumuzu ermeni mahallesinde güzel bir restaurantta, Halep mezeleri ve arakla attıktan sonra Otele döndük. Buradada arak'a devam ettik. Ve bu çok beğendiğimiz şehri Türk usulü arak larla selamladık.
HAMASabah Halep'ten ayrılıyoruz. İlk durağımız çok iyi korunmuş , sütunlu caddesiyle ünlü antik Roma kenti Apamea. Hava bulutluydu ve koca antik kentte kimsecikler yoktu . Kenti dolaşmaya başladık motorsiklette biri geldi. görevliymiş giriş ücretlerimizi ödedik. Kanımca suriye turizm'e önem verse dünyada iyi bir konuma gelebilir . Ama adamlar tarih bilincinde bizden beterler. Dolaştığımız tarihi kentler türkiyedeki örneklerinden çok daha büyükler. Palmira dan çok daha büyük bir kentti ve iki kilometre uzunluğa sahip sütunlu caddesi tammamen ayakta. Apamea da bugüne kadar bir kazı çalışması yapılmamış. Yapılırsa ortadoğunun önemli turizm merkezlerinden biri olur. Kentin tamamını dolaştık.
Apame'nın yakınında Sit alanı olan bir bölge var. Bu bölgenin içinde bulununa eski bir kalede yaşıyanlar yıllardır devlete karşı direniyorlar ve buradan çıkmıyorlar. Ortaya ilginç bir görüntü çıkmş. Dışı eski bir kale içinde yaklaşık 5000 kişinin yaşadığı bir köy. Ortadoğu'yu niye sevdiğimi bir kez daha anladım. İnsanlar avrupadaki gibi mekanik değil ve her an bir süprizle karşılaşıyorsun. Buraya gittiğimizde insanlar evlerine buyur ettiler , çaylar hazırlandı gülerek hikayelerini anlattılar. :-))))
Apamea' dan sonra su değirmenleri şehri Hama'ya gittik. aslında bu değirmenlerden başkada görülücek bir şey yok kentte. 1982 yılında Sedat'ların büyüğü tarafından, siyasi sebeplerden dümdüz edilmiş kent. Şansa değirmenlere bir şey olmamış. Kente su getirmek için inşa edilmiş bu değirmenler . Yapılış tarihleri çok eski ama bugün varolanları Eyyubiler tarafından 13. yüzyılda yapılmışlar. sonra memluklar ve osmanlılar tarafından tamir edilmişler. Hala çalışıyorlar. Çalışırken helikopter sesine benzer oldukça yüksek bir gürültü çıkartıyorlar.
Hama 'dan yine yola koyulduk. Homs'a vardık. Homs yani Humus kayda değer bir kent değil. Ama çevresi güzel. Burada otelimize yerleştik. Grand Homs otel. yaklaşık 1 saat süren çingene pazarlığından sonra 225 $ olan tabela ücretini 100 $ lara düşürüp (1double, 1 single oda) otele yerleştik. Pazarlık detaylarını yazmak istemiyorum hala aklıma geldikçe gülüyorum:-)))))) Otelden saat 16:00 gibi çıkıp methini duyduğumuz
Krak de Chevalier kalesine doğru gitmeye başladık.
KRAK DES CHEVALIERS Suriye'de alışmadığımız yemyeşil bereketli topraklara girdik, uzaktan kale gözüktü. Çevreye en iyi şekilde hakim olucak bir tepenin üzerine kurulmuş. Arabistanlı Lawrence abimize göre dünyanın en güzel kalesi. Hoş bu adamın verdiği bilgilere ne kadar güvenebilirsek. :-))) Kale dışarıdan gerçekten muhteşem gözüküyor. Daha içine girmeden etkiledi bizi. Dünya üzerindeki kalelerin içinde en iyi korunmuşuymuş.
Şimdi efendim kalenin hikayesine gelirsek ; ilk olarak müslümanlar 11. yüzyılda buraya kale inşa ediyorlar. Haçlı seferinde ise haçlılar burayı elegeçiriyor. Ama elegeçirenler çapulcu takımından. 10 sene kadar sonra soylu haçlılar ( o nasıl oluyorsa, herhalde temliarlar veya Hospitallier gibi kendilerine gizem veren ezoterik haçlılar) kaleyi son haline getiriyorlar. Aslında laf ediyorumda kale gerçekten savunma amaçlı bir mühenislik dehası. İçerisinde ahırları, mutfakları, kiliseleri, yaşama alanları, yemekhaneleriyle yaşıyan bir kompleks. Normal zamanlarda 2000 kişi yaşıyormuş. Kudüs alındıktan sonra bu abilerim inat etmiş teslim olmamakta. Adını unuttuğum bir arap tarihçiye göre bu kale ; "Müslümanların boğazına saplanmış bir kemik parçasıymış"
En sonunda Memluk sultanı Baybars burayı ele geçirmiş. Çeşitli rivayetler var bu konuda, aslında kalede 5 yıllık yiyecek stoğu olmasına karşın gerek Kudüs'ün gerekse çevredeki diğer kalelerin ele geçirilmesi sonucu Haçlılar güvenliklerinin temin edilmesi karşılığında kaleyi teslim etmişler. Bir rivayete görede Baybars kale komutanının attığı mektubu saklamış başka bir tane yazmış vsvsvsvs. Sonuçta bizimkiler kaleyi ele geçirmiş.
PALMYRASabah erkenden otelimizden ayrıldık. Dümdüz bir yolda ilerliyoruz. Yaklaşık 150 km var Homs tan Palmyra. Suriyenin çölüne girdik. Etrafta ot namına bir şey yok. Dağlar bile kıraç . Yerel dildeki adi Tadmor. Palmyra diye kimse bilmiyor suriyede aklınızda olsun. Bu kentin kraliçesi çok meşhur. Kraliçe Zenobia, hatta rehberimiz ahmet bile dayanamadı kraliçe hakkında yorum yaptı. "Zenobia erkek avrat." Ahmet'in aforizmaları seyahat boyunca peşimizi bırakmadı. Valla benim şimdiye kadar duyduğum tek kraliçe Zenobia , Kimmeryalı Conan'ın Akilonya kralı olduğu zamanki kraliçesi Zenobia'dı. Robert E. Howard , conan karakterini yaratırken Zenobia için kesin buradan etkilendi. Neyse konuyu oldukça dağıttım. Palmyria 'a dönelim. Palymira Çölün ortasında bir vaha. Suda olunca medeniyet hemen gelişiyor. Buradaki müzeyi görmenizi tavsiye ederim oldukça güzel.
Gelelim Palmyra ve meşhur güzel Zenobia'nın hikayesine. İşin içine güzel bir kraliçe girince her türk gibi kentle oldukça ilgilenmeye başladık. Eski adıyla Tadmor, Asurlular ve Persler zamanında, kervanların uğrak yeriymiş. Ve kent oldukça zenginleşmiş. Sonradan roma imparatorluğunun genişlemesi sırasında 1. Yüzyılda buralara kadar ulaşmışlar. Roma imparatoru Adriyanus, ismi Palymira (palmiyeler şehri) olarak değiştirilen bu kente; serbest bölge statüsü ve kendi vergisini toplama yetkisi vermiş. Neyse yıllar geçmiş hikayesi yarı mitolojik yarı gerçek olan Zenobia nın çağı başlamış. İçki içmeyi ve avlanmayı seven, Mısır dilini, Yunancayı, Aramiceyi ve Latinceyi konuşabilen , bayağı güzel ve çekici bir ablamız. Romalılardan nefret ediyor çeşitli ayak oyunlarıyla siyasi güç elde edebilmek için 60 yaşında bir herifle evlenip tahta ortak oluyor. 267 yılında hem evlendiği kral hemde yasal varisi bir sukiasta kurban gidiyor. Roma'nın barbar kavimlerle uğraşmasını fırsat bilip , ülkesinin sınırlarını Antakya'ya kadar genişetiyor ama gerekçesi hala romalılara yardım etmek. En sonunda affedilmez hatayı yapıp kendi ve oğlu adına para bastırıyor. Romaya her şey yap ama devlete karşı suç işleme. Roma 100 bin kişilik bir orduyla tarumar ediyor palmyrayı . Hikayenin bundan sonrası çeşitli . Birinde yakalanıyor Roma'da bir malikanede yaşıyor. birinde intihar ediyor.
Kraliçe Zenobia'nın illüstrasyonu
ŞAM (DAMASCUS)Akşam üstü Palmyra dan çıktık yola. Şam hakında bir şey yazamıyacağım çünkü o trafiğini kaosunu görünce aynı geçen seneki Tahran'da yaptığımız gibi sabahtan şehirden ayrıldık. Sabah Ürdün'e doğru yola çıktık. Rehberimiz ahmet sınırdaki taksicilerle bizim adımıza pazarlık yaptı 20 $ la anlaştık Ürdün'e geçmeye. Ürdün'e giderken bir tarafımız Lübnan, bir tarafımız İsrail . Golan tepelerini gördük. İsrail sınırı olduğu için burada askeri yığınaklar oldukça fazlaydı.
ÜRDÜNÜrdün sınırı Suriye sınırına göre oldukça profesyoneldi. Bir kere işler çabuk ilerlesin diye rüşvet vermene gerek kalmıyor. Ama çok sıkı aranıyorsunuz. Çantalarımızı hiç saymıyorum bindigimiz arabanın koltuklarını ve kapıları söktüler. Evet yanlış okumadınız bir adam altta hazne var arabayı oraya yanaştırıyor alttan tüm arabayı araştırıyor. diğerleride kapıların plastik aksamlarını , koltukları filan söküyor. Doğal olarak biraz korktuk ve rutin sınırdaki foto çekme ritüelimizi gerçekleştiremedik. Yaklaşık 3 saatlik, aranma, sınır işlemleri ve vize almadan sonra Ürdün'e geçtik. Amman'da otele yerleştik.
AMMANAmman 'da bindiğimiz taksi bizi otogarda indirdi. Orada başka bir taksiciyle başladık pazarlığa . Bildiği hesaplı bir otel olduğunu söyledi eski Ammanda. Arkadaşın adını bir türlü telaffuz edemedim Memun diyordum en sonunda. Otelimiz King oteldi. 2 kişi 35 JD ye anlaştık. 1 Jd = 1.4 $ 2007 yılı kuruyla. Neyse adamı sevdik dediği gibi oldukça temiz ve güzel bir otele getirmişti bizi. Sıkı bir pazarlık sonucu 3 günlük tur için onun taksisiyle benzinde ona ait olmak üzere 130 Jd ye anlaştık Memun'la. Sabah 06:00 da alıcaktı bizi. Amman'da dolaşmaya başladık. Dolaşırken dikkatimizi çekti ; esnafın ve yerel halkın gittiği bir kahvede herkes ilgiyle televizyon izliyordu. Bakınca Amerikan güreşini izlediklerini gördük. Evet bildiğimiz şu anlaşmalı hoplamalı zıplamalı American güreşi , birde biliyorlar kim ringte yorum filan yapıyorlardı. Aynı bizim heyecanlı maç izlememiz gibi. Enteresan bir durumdu ve tam bir dumur detayıydı.
Ürdün , Suriye'ye göre oldukça düzenli. Turizm'e önem veriyorlar. Ülkede 600 bin kadar filistinli , Irak savaşından sonra 500 bin kadar Irak'lı 35 bin kadar Çerkez bulunuyor. Nüfusun geri kalanı Arap. Buradada baba oğul resimlerine rastlıyoruz. Ama suriyedeki kadar fazla değil.
Ürdün yemek konusunda bir felaket. Adını hatırlamadığım bir milli yemekleri varmış. Şehriyenin üzerine bir parça kuzu eti koyuyorlar. Acaip bir şeydi. Neyse yedik onu Amman'ın dik caddelerinde yürürken ben bir yandan yemeklerine , sıcağa ve caddenin dikliğine küfürler ediyordum. Birisi yanımıza yaklaştı ve o meşhur soruyu sordu :-))) "Türksün dimi?" Mohammadle tanışmamız böyle oldu. Oldukça iyi bir arkadaş. Tutturdu illaki bir kahvemi içiceksiniz, bizde kendisine bizi yerel bir kahveye götürmesini rica ettik. Mohammad 6 sene Türkiye'de kalmış ve Gazi Üniversitesinden mezun olmuş. Türkçesi aksansız ve çok iyi. Çok keyifli bir sohbetti; özellikle Arabistanlı Lawrence nasıl arapları türklere karşı kışkırttı sorusuna, "onlar bizdik abi" diyince koptuk. Meğerse Lawrence'in ikmal merkezi Wadi Rum daymış , ürdünde yani. Bu seyahatimde göremedim ama eşimle gideceğiz oraya.
Mohammad'le sohbet esnasında;
Sabah rehberimiz , Memun otelden aldı bizi. Amman'dan Petra'ya 2 yol var biri otoban diğeri ise Musa'nın göç yolu. 2. yol bizim Antalya'ya kıyılarına benziyor ama deniz olmayanı. Virajlı bir yol. Hz Musa , Mısır'dan vaadedilmiş topraklara bu rotayı izleyerek gitmiş. Cidden zorlu bir güzergah. O çağda buraları geçmek bayağı bir eziyet ister. Önce meşhur lut gölünü gördük ama üşendiğimizden yüzmedik. Sonra Mount Nebo'ya uğradık. Hz. Musa nın burada gömülü olduğuna inanıyorlar. "Sessizliğin sesi" de diyorlar Mount Nebo’ya. Buradan Ürdün'ü, Ölüdenizi ve Kudusü görebiliyorsunuz.
Yol üstünde yine bir kaleye uğradık. Selahaddin Eyyubi'nin kalesiymiş. 1917'ye kadar Osmanlı'nın hakimiyetinde kalmış. Orada türk asıllı bir adam oldukça iyi karşıladı bizi. Hatta kalenin içinde türk kahvesi bile yaptı. Adam Türk olduğumuzu öğrenince resmen gözleri yaşardı. Ortadoğu'da türk olmamızın çok avantajını gördük.
Yol güzergahı oldukça panoramikti. Manzara eşliğinde Petra'ya ulaştık.
PETRAve sonunda Petra. Valla Petra hakkında ne yazılsa ne çizilse boş. Gidip görmek dolaşmak, hissetmek lazım. İnsanı bu kadar şaşırtan , etkileyen br yer çok azdır. Aslında Petra fanatikliğim; taaa 1989'da Indiana Jones the Last Crusade filminde başladı. Tabi Kanyondan Hazine odasına giderken tuzaklardan kaçmadık yada hoplayıp zıplamadık Indy abimiz gibi. Ama inanın hazine odası filmdeki gibi bir anda karşınıza çıkıyor.
Petraya gece ulaştık. Otelde resepsiyonda Petra'da ayışığı gecesi olduğunu söylediler. Neyse biletlerimizi aldık . Bir sürü mum koymuşlar yol güzergahına Hazine dairesinin önünde bir adam flüt çalıyor. Saçma bir şeydi. Kısaca bu geceye katılıp kazıklanmayın bizim gibi. Petrayı gündüz gezin.
Petra'nın kurucuları M.ö 6. yüzyılda buraya yerleşen göçebe arap asıllı Nabateanlar tarafından kurulmuş. Bu amcalar oldukça zeki kişilermiş. Meslek hayatlarına ilk olarak yol güzergahlarındaki kervanlardan yüksek vergi alarak başlamışlar. Sonra komisyon karşılığında kervanların altınlarını bu vadideki korunaklı hazine dairesinde saklamışlar. Büyük iskender'in ordusu zamanında kenti yağmalamış onlarda misilleme olarak orduyu yoketmişler. Sonunda zayıflayıp roma egemenliğine geçmişler. Adamlar azimle yekpare taşları oyup içlerine çeşitli tapınaklar , binalar, yerleşim yerleri yapmışlar. Bulundukları yer doğal olarak korunaklı olduğundan uzun sürede kimse elegeçirememiş. Kanyonda bazı yerlerde güneş ışığı bile girmiyordu.
Petrayı gezmek için kesinlikle 1 gün yetmez. En az 2 gününüzü ayırın buraya. Güzel bir antik kent broşürü yada planı bulun ve yanınıza bolca su almayı unutmayın. Birde bizim gibi denyoluk yapıp tam öğlen vakti çöl güneşinde manastıra çıkmayın. İnsan dünyasını şaşırıyor. Hayata küsüyor. Hristiyanlıktan nefret ediyor bu manastırlar niye yüksekte diye. Ama yukarıdaki manzarada görülmeye değer. Asıl enteresan olanı yol boyunca yapışkan sinek gibi satıcılara ben türküm diye belirtin. Adamlar pek üstelemiyorlar. Kesin bizden biri hır çıkarttı burada.
Kadim kankam Varan'ın manastıra çıkmayı başardıktan sonraki, vakur duruşu
Diğer Petra resimleri
Sabah petradan istemedende olsak ayrıldık. Şansımıza Amman'dan Halep'e direkt otobüs bulduk. Çöl güneşinden korunmak için otobüsün içinde tüm perdeler çekiliydi.
Halep'te bizi Ahmet karşıladı . Akşam sınırdan geçmenin tarifesi 30 $ dı. Bu parayı verince tüm otobüsleri , bekleyen Tırları ve otobüsleri sollayıp arabadan inmeden her işlemimiz yapılıp ülkemize döndük.
Son olarak, 2 ülkede rehber, yemek, otel, hediye vsvsvsvs masraflarımız 14 günde kişi başı toplam 1100 $ tuttu.