Vietnam'lılarla İçme Teknikleri
İçinde bulunduğum durum, Coen biraderlerin film senaryosu gibiydi. Nadir de olsa, gerçek hayat, fantastik kurgudan bile çok daha absürd olabiliyor.
Sri Lanka Gezisi
Sri Lanka'da rehberli araç kiralamanın çok moda olduğunu öğrendim ve bunu Varan'a söyleme hatasında bulundum. Arkadaş çanta taşımaya bile bir sürü söyleniyor, rehber olayını duyunca atladı hemen. Aslında laf ediyorumda gayet mantıklı günlüğü 50$ a anlaştık. Minibüsün benzini, şöförün tüm masrafları (otel, yemek vsvsvsv) hepsi dahil bu fiata
Kamboçya Gezisi
Tayland Kamboçya sınırına (PoiPet) vardık. Otobüsten indiğimizde tuktukçular var sizi sınıra kadar götürüyorlar. Atladık bir tuktuk'a , sınırdan önce vize alınan binaya gittik tuktuk dışarda bizi bekliyor.
AngKor Wat Gezisi
AngKor Wat kozmik evrenin dünyasal bir modeli. Kamboçya’nın bayrağının da simgesi olan Angkor Wat tapınağı, 300 kilometrekarelik alana kurulmuş bulunan Angkor tapınaklar bölgesinin en önemli ve merkezi tapınağıdır. Tapınakların anası.
Chiang Mai Gezisi
Yıllar geçtikçe insan yaşlandığının farkına varıyor. Belirtiler teker teker kendini göstermeye başlıyor. Mesela, artık bir büyük rakı içince ertesi gün rahatsız oluyorum, günde iki paket sigara da zorlamaya başladı. Keza en büyük zevkim olan, Antalya tarafından, Manavgat’ı 5 km. kadar geçince kamyoncuların favori mekanı meşhur Artezyen et lokantasında eskisi gibi bir kilo veya üstü oranlarda et yiyemiyorum. Uykum geliyor hemen.
2008/12/30
2008/08/31
Ultra Surf yardımıyla bilişim dünyasına post modern bir yaklaşım
Üniversiteden mezun olduktan işe ilk girdiğim sıralar, internet yaygınlaşmaya başlamıştı. Bende taşıdığım genetik miras sebebiyle, her normal Türk genci gibi bir şeyler öğrenmek yerine, sistemlere nasıl girerim, nasıl eğlenirim, nasıl hoplar zıplarım diye saçma sapan, ipe sapa gelmez, denyoca işlerle uğraşmaya başladım.
Kablonet revaçtaydı . ilk başta excelde bir dosya yazıp bunu batch dosyasına (ara.bat) çevirip , önceden bulunan ip-rangeleri tarıyordum. Daha sonra imdadıma superscan programı yetişti. Hop yazıyorduk ip aralıklarını , paylaşıma açık tüm pc leri sayıyordu karşımıza. Zaten o yıllarda herkesin şifreleri ya administrator/password, yada yonetici/parola ydı. Çözemediklerimdede password cracker programları devreye giriyordu. Güzel password sözlüklerim vardı. O zamanlar istediğimiz mp3'leri , programları, oyunları üniversitelerin şifresiz ftp serverlarından alırdık. sonra tatil köylerinin ve özel şirketlerin serverlarını unutamam. Envai çeşit dosya, ünlülerin cep telefonları,hocaların icq adresleri, notları, otele gelenlerin rezervasyonları, alım satımlar, stoklar , şirket içi yazışmalar vsvsvsvs. bu dosyaları Dos ortamında xcopy'le pc ye inişini izlemek orgazmik bir zevkti :-). Zaman geçmek bilmezdi. O zamanların favori IM programı olan Icq'nun databesinin şifresini kırıp listede kimler var ona bakmak. Yada sahte hotmail, yahoo sayfaları hazırlayıp, girilen şifreleri cgi-bin vasıtasıyla geocities ten alınan bir web adresine atmak ve alınan şifrelerle mailleri okumak. Sonradan bu yöntem phishing diye banka sayfalarında çok canlar yaktı.
Tabiki bilişim suçları kanunu yoktu o zamanlar. Teknik olarak yaptığımız suç değildi Türkiye'de. etik olayınıda ben bilemem. Rahat rahat at oynatıyorduk. Windows Nt 4.0 zamanındada efsanevi Lophtcrack programıyla Sam databesini indirip kullanıcı hesaplarının şifrelerini kırmak. Güzel günlerdi. Sonrasında switchler , ADSL çıkınca ve yaş kemale erince olaydan tamamiyle koptum. Birde artık suç teşkil ediyordu yapılanlar.
Evet itiraf ediyorum, bu tip bir sürü abuk sabuk işler yaptım. ama allah için kimseye zarar vermedim.
Yalnızca kullanıcının startup folderına "seni izliyoruz" içerikli word dosyaları koyardım her pc sinini açtığında neşeyle gülsün diye. yada uzaktan printerına yine aynı tarzda mesajlar gönderirdim. Bu tür absürd bir mizah anlayışı geliştirmiştim kendi kendime. Sonradan "Lamer" olduğumu öğrendim ve çok üzüldüm:-).
Peki elime ne geçti? Meslekte ilerledimmi? Bana kariyermi sağladı? tabiki hayır. Sadece eğlendim o kadar. Birde ego tatmini diyelim. Aynı counter-Strike'taki head shot'lar, bıçakla öldürmeler, ogame'deki aydan filo kitlemeler yada Civilization daki rakip krallara verilen ayarlar sırasındaki duyulan haz gibi bir şeydi.
Neyse bu kadar nostalji yeter. Konuyu oldukça dağıttım. Şimdi malumunuz her büyük şirketteki gibi bizdede system security birimi var. Bunlar işini oldukça iyi yapan ve yapmak zorunda olan kişiler. Ve doğal olarak iş harici her türlü aktiviteyi yapmayı engelliyorlar bilgisayar sistemlerinde. Zaten bu işlerden yıllar önce sıkılmış biri olarak beni fazla ilgilendirmiyordu bu yasaklar.
Ama bir hafta sonu full nöbetim olunca bu engellemelerin ucu banada dokundu. Ne vakit geçirmek için oyun oynayabiliyor nede istediğim web sayfalarına girebiliyordum. Youtube, Facebook, gmail, hotmail, yahoo games , msn vsvsvsvs akla gelebilicek her yer yasak.
İnadım tuttu , birazda eski günler aklıma gelince başladım durumu araştırmaya. ilk klasik yöntem; adres satırına gidiceğim sayfanın ip adresini yazdım, dinozorlar çağından kaldığından tabiki başarısız oldu. Sonra proxy sitelerinden medet ummaya başladım. ama hepsi yasaklıydı. Http tuneling işine girdim. Buda başarısız oldu. Her başarısızlık delirtiyordu :-)) bir ara routera girip port yönlendirmeyi bile düşündüm ama büyük olasılıkla beceremeyeceğimden ya bir kaç yerin göçmesine yada işten atılmama neden olucaktı. Son çare network grubundan birine yalakalık yapıp yasaksız bir ip almaktı. Tabi son yıllardaki şirket içindeki fantastik davranışlarımdan kimse bu fedakarlığı yapmazdı bana :-)
Sonrası açık hava ve kahveyle sigara molası. Moladan bitiminde bilgisayarın başına geçtim ve her şey filmlerdeki gibi gelişti. Google Rss readerımı açtım , takip ettiğim websitelerinin haberlerini okurken bir blogta Ultra surf programına rastladım. Bir başka blogtada çin'in meşhur ateş duvarlarını aşan program olarak lanse ediliyordu. 209 kb lık yalnızca exe'si olan bu minik programı pc me indirdim. Ve lakayitçe programı çalıştırdım. Ve sonuç:
O kadar uğraşıp yapılamayanı bu minicik program yapmıştı. İlk iş günü System security birimine dilim döndüğünce açıklayıcı bir email attım. Aradan 1 ayı aşkın zaman geçti. Ondan blogta sizle paylaşmaktan bir zarar görmüyorum. Hoş hala Msn hariç diğer web sitelerine giriliyor. Msn sorunuda, Meebo yada ebuddy 'le hallediliyor :-)) Daha önlemi alınamadı galiba. Zaten klasik yöntemler etki etmiyeceği kanaatindeyim.
Şimdi yetersiz ve eski bilgilerimle anladığım kadarıyla fantastik bir program. Muhtemelen klasik firewall'lar etki etmiyor. Ethereal ve Tcp view'la biraz inceleyeyim dedim açıkcası pek bir şey anlamadım. paketler SSL üzerinden gidiyor , hedef bağlantı noktaları sabit değil ve içeriğine bakamıyorum giden paketler şifreli olduklarından. Bir sürü yere Dns sorgusu gönderiyor. https üzerinden 3313. porttan. Skype benzeri bir yapıda çalışıyor. 9666. porttan kendi serverına bağlanıyor. Sanki 443. porttan kendi yazdıkları bir protokolle bağlanıp browsera isteklerini gönderiyor. Anlatmaya çalıştıkça batıyorum :-)) Sizin anladığınızı varsayıp banada açıklamanızı talep ediyorum.
hkey_current_user\software\microsoft\windows\currentversion\internet settings registrysine yazma izni yasaklanırsa engellenebilir. Yada işletim sistemi bazında programın çalışmasını engelliyeceksiniz.
Kafama takılan nokta program open source olmadığından , acaba hangi bilgileri nereye gönderiyor. Siz yinede şirketinizde ve evinizde kullanmayın.
***** BU AÇIKLAYICI BİR YAZIDIR. YAZIDA ANLATILAN ULTRASURF PROGRAMININ KULLANIMINDAN DOĞABİLİCEK SORUNLARDAN YAZAR SORUMLU DEĞİLDİR **************
2008/07/25
Sevgi Evrendeki En Büyük Güçtür
Ben işin daha sofistike kısmıyla ilgileniyorum. Olayın Sevgi boyutu benim ilgimi çeken. Diğerleri teknik detay. Yaşamımızı yönlendirmiyor, bize bir şeyler katmıyor. Ruhumuzu içten içe kemiriyor o teknik detaylar. Sevgi öylemidir ama. Sevgi her şeydir, evrendeki en büyük güçtür. Evrenin kilit noktasının yegane koordinat belirleyecisidir. Bir nevi kalbimizin Gps cihazıdır ve sizden hiç bir zaman yeni haritalar yüklemenizi talep etmez. O doğru koordinatı her zaman bulur çünkü mantığıyla yani beyniyle değil kalbiyle hareket eder. Mikro düzeyde herkesin kendine özgü bir sevgi tanımı vardır. Bir yaratıcıyı sevebilirsiniz, bir insanı, bir hayvanı, bir yemeği, bir olayı, bir manzarayı. Ama makro düzeyde o içimizi ısıtan his hep aynıdır.
Şimdi efendim; Temmuz sıcağında Dalaman şubeyi kuruyoruz. Klimacı arkadaşlar saolsun 3 gündür klimaları çalıştıramadılar. Dışarısı 40 dereceyken içerdeki sıcaklığı ölçemiyorduk. Ve tüm hareketlerimiz ağır çekimdi. Birde öğleden itibaren tüm güneş şubenin içine vuruyordu. Postmodern bir sauna ortamında artı nem oranı tavan yapmışken kendimi şubenin dışına attım. Ve şubenin karşısındaki taksi durağında gölgelik bir yere oturup , önce yüzümü gözümü yıkadım sonrada bir keyif sigarası yaktım. Ve tam o anda , şapka devriminin ilk başladığı yer olan güzide ilimiz Kastamonu'lu ; şubenin inşaatından sorumlu güzel insan Yaşar Ustamızı şubenin üstündeki apartmanın çatısında bağırırken gördüm.
Yaşar ustamız klimacılarla çatıya dış üniteleri montaj için çıkmıştı. Abartı ve yalan yok aynen şöyle bağırıyordu. "Sev Beni, Sevin beni. Sevmenizi istiyorum. Beni sevin" İşte bu güzel insan sevgiye açtı, sevgi arzısıydı. Sevmek ve sevilmek istiyordu. Biliyorduki sevgiyle sıkıntıları azalıcaktı. Sevgisi paylaştıkça büyüyecekti. Yoksa öğle vakti güneşin altında, çatıda niye bağırsınki. Gönlünün Gps haritasını yükleyemiyordu.
İşte o an hayatın anlamını kavradım. Hayat basit şeylerden zevk almaktır. Temmuz güneşinde, gölgelik bir yerde suratınıza vuran meltemi sevmek, kafanıza döktüğünüz suyu sevmek, basit şeyleri sevmek.
Bunları hatırlattığın için teşekkürler Yaşar Usta.
Evrendeki En Büyük Güç Sevgidir.
2008/06/30
KAMBOCYA GEZISI 2008
Şimdi efendim; Tayland yazımda ve geçmiş yazılarımda atıp tuttum , işte şöyle pazarlık ediyoruz, şöyle dikkatliyiz vsvsvsvsvs. Ama üzülerek belirtiyorum aradada süper teknik kazıklarda yiyoruz. Bilmeden yediklerimiz hariç. İşin ironik tarafı bu güzel kazığı Kamboçya Devleti aracılığıyla yedik. İşte girdik binaya, resmi üniformalı biri vize alıcağız. Gayet nazik, gayet efendi formları nasıl doldurucağımızı gösteriyor, ve vize ücretiniz kişi başı 1400 baht diyor. Şimdi bir gece önceden biraya yüklenip maçı izlemişiz, maçlar burada 01:45 te başlıyordu. Dar bir devlet otobüsüydü hiç uyuyamadık. Bunlar hafifletici sebepler :-)))) Güle oynaya adam başı 43$ ları elin çakal Kamboçya vize görevlisine veriyoruz. Şimdi o adamın yaptırdığı villada bizimde bir tuğlamız var. veya aldığı son model arabada bizimde katkımız oldu. Bu kazığı sınırı geçtikten sonra takside pasaportlarımıza bakarken farkına vardık. Vize ücreti 20$ yazıyordu. Üçkağıtçı birde uyanmayalım diye baht olarak söyledi ücreti. Hayır o 43 $ ları bir oturuşta yiyoruz evelallah ama böyle teknik soyulmak insana koyuyor. Resmen iki katını ödedik vize ücretinin.
Neyse vizelerimizi alıyoruz ve tuktuka biniyoruz. Tayland tarafında işlerimizi halledip serbest bölgeye geçiyoruz. Burası enteresan bir yer. Tayland'da kumar yasak olduğundan bu 2 km lik yerde bir sürü 5 yıldızlı otel ve kumarhane var. Önlerinde yüklerini taşıyan fakir insanlar garip bir tezat oluyor. Zaten Salim aklımızı aldı karayolundan geçmeyin başınız belaya girer orada, keserler vsvsvs. Gerilim had safhada. Ama dediği doğruymuş illaki Angkor Wat'ı görücem diyorsanız. Adam gibi biletinizi alın Bangkok'tan binin uçağa Siem Reap te inin. Böyle Indiana Jones vari atraksiyonlara hiç gerek yok. Yaşımız geçiyor artık. Sonradan Varan itiraf etti , gözlerime bakıyormuş dönelim desem dönücekmiş oradan. İşte o bakışlar :-)))
sonra kamboçya tarafına geçiyoruz. Vizemizi o çakaldan belki 2 katına aldığımız için hiç beklemeden ve zorlanmadan işlerimizi hallediyoruz. Büyük ihtimalle bu iki şaşkını zorluk çıkarmadan alın diye telefon açtı. Müşteri velinimetimizdir :-)))) Zira başkaları bekliyor bizi sıranın önüne aldılar. Birde sınır polisi Türk olduğumuzu anlayınca İsviçreyi nasıl yendiniz, süper bir takımınız var dedi. Sınırda futbolkonuşuyoruz. Futbolun gücü. İşte Kamboçya topraklarına adım atıyoruz ve attığımız gibi macera başlıyor. Yüzlerce çocuk etrafımızı sarıyor. Her kafadan ses, çantalara asılanlar, ellerini açanlar , çantaların ceplerini ve bizim ceplerimizi karıştıranlar. Aleni bir soygun gibi bir şey. allahtan Salim uyarmıştı ve çantaların öngözlerine hiçbir şey koymamıştık. Zaiat sıfır. sonradan öğreniyoruzs burda turistlerin cep telefonları paraları ne ele geçirirlerse çalıyorlarmış. Heyt huyt itekliyerek bir şekilde ellerinden kurtuluyoruz. Onlarda başka avlara yöneliyor. Burada dikkatli olun sakın birine para vermeyin hepsine para vermek zorunda kalırsınız.
Sanki medeniyetten geçmişe ışınlanmışız gibi bir şey. İnsan sınır yolunu böylemi yapar diz boyu çamur. duyduğumuza göre havayolu şirketleri özellikle sınır kapılarına yatırım yapmıyormuş karadan kimse gelmesin diye. Hele Siem Reap , sınır (poipet) arası bir yol pardon bir tarla varki akıllara zarar. İddia ediyorum WRC rallilerine bu adamlar katılmalı tüm madalyaları toplarlar. Karşıdan gelen otobüsün çamurlu tarlada kaymasını, üzerimize doğru gelmesini ve gaza yüklenerek kendi şeridine geçmesini huşu içinde izliyoruz.
Yine sırıtarak bir çocuk yanımıza geliyor. Bunun ingilizcesi iyi. Ama niyet belli biz yani turistler bu coğrafyada yürüyen dolarlarız. Hani Duck Tales'in maceralarında Donald amca her şeyi dolar olarak görürdü ya, göz bebekleri dolar şeklini alırdı kendimi yürüyen dolar olarak görüyorum. İşte nereye gidiceksiniz , taksi var. Klasik yalan devam ediyor otobüs saati geçti buradan gidemezsiniz, bundan başka taksi yok. Ne kadar diyoruz ? 100$ diyor. Neyse usta biz almıyalım diyoruz. Başka Fransız zenci bir elemanın pazarlık yaptığı taksiye gidiyoruz. Öbürsüde peşimizde . Fransız delikanlı çocuk çıkıyor normal ücret 25$ dır diyor o önde biz arkada biniyoruz taksiye. Bu seferde ilk konuştuğumuz elemanın şirketi bizim taksiyi kendi dükkanlarının önüne getiriyor. Muhtemelen müşterimizi çaldın muhabbeti. Fransız tam bir delioğlanmış , ingilizce bağırıyor çağırıyor taksicilere. Polis filan geliyor, iş tatlıya bağlanıyor parayı şöföre değilde bir vezneye veriyoruz . En sonunda yola çıkıyoruz. Macera dolu Kamboçya. Fransıza da yanımızda getirdiğimiz lokumlardan ikram ediyoruz çok seviniyor.
Fransız önde biz arkada başlıyoruz Phon Pen'e doğru seyahate. Şöför de egzantirik biri, sürücü eldivenlerini takıyor ve seyahat boyunca korna eksik olmuyor arabamızda
Birde yolda ters hareket yapanlara parmaklarını sallıyor. enteresan bir tip
yoldan benzin alıyoruz
Şimdi kişisel tecrübelerimizden ve Kamboçya'da tanıştığımız Türk öğretmenlerden edindiğimiz bilgileri toparlarsak.
KAMBOCYA REHBERI
**Tayland rehberindeki tüm maddeler burası içinde geçerli. Yalnız buradaki şehirlerde ticari taksi yok. Tüm ulaşım tuktuk'larla sağlanıyor. Ücret ise yapıcağınız pazarlığa bağlı ama şehir içinde 1-2 $ lardan fazla vermeyin.
**Burda kur problemi yaşamıyacaksınız. Her şey dolarla alınıyor satılıyor. Kamboçya parasının adını bilmiyorum. Bu özellik hoşuma gitti Kamboçya'da.
**Eğer böcek fobiniz varsa ; Kamboçya'da ya bu fobiden tamamiyle kurtulur yada bayılıp kalırsınız. Özellikle Siem Reap'te ve AngKor Wat'ta her türlü hayvanat var. Maymunu, yılanı, örümceği, karafatması, uçan danaburnu, pervane böceği sürüleri, çekirgeler bayağı sağlam ısıran , kafaları ısırdığı yerde kalan kırmızı karıncalar ve adını bilmediğim bir sürü böcek. Tişörtünüzün içinden böcek çıkartmak oldukça rutin bir süreç. Tavsiyem ormanlık arazide ağaç altlarına , kütüklere , taşlara filan oturmayın.
Hoş yerli halk yatıp uyuyor burada ama bize göre değil.
**Kamboçya'da gözlemlediğim kadarıyla devlet otoritesi yok. Zaten polislerin maaşı ayda 60 dolarmış. Başınızı belaya sokmayın, sokarsanızda polise gitmeyin bir o kadarda polis alır kanımca. Üniformalı devlet görevlisi konsolosluğun içinde aleni soyarsa kimbilir sokaktaki polis ne yapar. Siem Reap 'te barlar sokağında her iki köşedede motorsikletli polisler vardı. Caddedeki aleni bir şekilde yanımıza gelip kokain istermisin diyen satıcılar ve müşteri arıyan hayat kadınları polislerin önündeydi ve gayet samimice sohbet ediyorlardı. Polis olan kadim kankam Varan'la Kamboçya'lı meslektaşları hakkında bayağı bir dalga geçiyorum.
**Karamayınlarından kolu bacağı olmayan bir sürü insan var. Macera arayıp ıssız yerlerde yada yürüme rotası dışında dolaşmayın. Zira hala toplanmamış bir sürü mayın var.
**Kral Tayland'daki kadar güçlü değil buralarda. Resminide göremedik her yerde. Ama kızıl kimerlerden ve polpot rejiminden konuşmayın. Çünkü hala orduda bu insanlardan varmış. Normal yaşama dönmüşler. İnanılmaz ama gerçek. Zaten Polpot 1998 yılında bizim sınırı geçtiğimiz Poi pet yakınlarında bir köyde yatağında ölmüş.
**Kamboçya'da Türk konsolosluğu yok işte başınızı derde sokmamanız için başka bir neden.
6 saatlik bol kornalı, full klimalı bir araba yolculuğundan sonra başkent Phon Pen'e geliyoruz. Fransız elemana teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bize güzel bir otelde tavsiye ediyor ama ilk durağımız www.geziyorumlari.com sitesinden tanıştığım Kemal hoca'nın çalıştığı Zaman International School. Yine bir tuktuk'a atlıyoruz ve Rus Büyükelçiliğinin yanındaki Zaman okuluna sür usta diyoruz. Burada zaten herkes Zaman okulunu biliyor.
Sonunda Zaman okulunu buluyoruz. Oldukça şaşırıyoruz, bilinmedik bu coğrafyada, Başkentin ortasında bir türk okulu. Çölde kalmış kazazedelerin kendilerini vahaya atması gibi okula atıyoruz kendimizi.
Kemal Hoca; karşılıyor bizi. Allah razı olsun Kamboçya'da bu ilgi alaka oldukça duygulandırıyor insanı. Kemal hoca, okulun bilgisayar öğretmeni. Onların sayesinde Kamboçya'da Türkiye'den haberi olan , Türkçe bilen bir Kamboçya nesli yetişiyor.
Birlikte okulu geziyoruz. Okulda 30 Türk öğretmen ve 700 kadar Kamboçya'lı öğrenci var. Okulun Müdürü Ali Bey'lede tanışıyoruz. Güzel bir sohbetin ardından birlikte okulu geziyoruz. Kamboçya'nın tüm kalburüstü zenginlerinin çocukları bu okulda. Cidden daha sonra diğer ülkelerin okullarını geziyoruz Zaman'a göre hepsi ilkel kalıyor. Bu yoksul ülkede çocukları almaya gelen arabaların hepsi son model mercedesler, jeepler.
Bilgisayar laboratuarı oldukça modern.
Türkçe Olimpiyatlarına , Kamboçya'dan katılan ve Çile bülbülüm Çile'yi söyleyen ve eşimle birlikte hayran kaldığımız şirin Kamboçya'lı kız Malini'yi buluyoruz. Kimer alfabesinde ü harfi bulunmamasına rağmen muhteşem söylemişti. Bülbül dedirtmek için 3 ay uğraşmış Müzik Hocası. Cidden muhteşem söylemişti Çile bülbülüm Çileyi. Malini'ye Türkiye'den aldığımız hediyeyi takdim ediyoruz. Sınıf alkışlıyor , Malini şaşırıyor biz duygusallaşıyoruz. Çok güzel bir ortamdı.
Kemal hoca'yla okulun spor komplekslerini geziyoruz.
Çalışan Türk Öğretmenlerin şirin kızları. Ufaklıklar çok güldürdü bizi
Üst kattaki yemekhane. DÖner makinası dahil her şey var.
Kemal hoca'ya, hocam sohbetinize doyum olmaz ama biz ilk bir otele gidelim, malum yorgunluk, üstümüz başımız çamur bir temizlenelim diyoruz. Yarın kahvaltıya söz almak üzere bize izin veriyor. Allah razı olsun , bizi kendi arabalarıyla otele bırakıyorlar . Gayet temiz ve güzel bir otel. 2 kişi 15$ ödüyoruz. Hotel NokorSamreth . Phonpen'de bu oteli tavsiye ederim.
Otelden sonra kendimizi PhonPen sokaklarına atıyoruz. Ana caddede gözümüze kestirdiğimiz bir restauranta giriyoruz. Açık büfe, kişi başı 12 $ . Varan Kimer mutfağını daha çok seviyor. Ekrana bakıyoruz dünkü İsviçre-Türkiye maçını yeniden veriyorlar. sanki canlı izliyormuşuz gibi heyecanla yeniden maçı izliyoruz. Artık yorgunluktan bittik. direkt otele.
Sabah yağmurla uyanıyoruz. Aslında bence en iyi mevsim muson mevsimi buralar için. Hava temizleniyor serinliyor yağmurdan sonra. Hemende bitiyor zaten yağmur. Artı ölü sezon olduğundan etraf tenha ve fiatlar oldukça düşüyor Haziran ayında. Kahvaltıya sözümüz vardı. Zaman okuluna gidiyoruz. Bizi yemekhanede Gıyasettin usta karşılıyor. Gıyasettin usta erzurumluve tam bir sohbet adamı. Okuldaki Türk öğretmenlerin yemeklerini yapıyor. Burada yanında iki kimerli çalışıyor. Birine bayağı bi türk yemeklerini yapmayı öğretmiş. Bize Türk işi menemen ve demlikte çay getiriyor. O kadar özlemişizki çayı . ellerine sağlık Gıyasettin Usta. Birde burada eskiden Fransız kolonisi olduğundan eski dost ekmeği görüyoruz. Her yerde ekmek satılıyor ve tadı bizimkine benzer. Özellikle baget ekmek çok var.
Sonra Kemal Hoca geliyor. elinde Phonpen'de gidilicek yerlerin bir listesi. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Teşekkür ediyoruz ve yine akşama çaya davet edilip yola koyuluyoruz. Atlıyoruz tuktuka, adam çocuğunu okula götürücekmiş ama bir sürü yere gideceğimizi öğrenince çocuğun okul yatıyor. Kusura bakma küçük kardeş hoş sende bizle bir gün gezdin dolaştın. Saolasın. günlüğü 20 $ lardan anlaşıyoruz tuktukçuyla. Çok yer dolaşıcağız bugün. Ailecek gezintiye başlıyoruz.
İlk olarak biletimizi alalım diyoruz. Phonpen ve Sieam Reap arasını tekneyle geçmek istiyorum. anlatılanlara göre manzara muhteşemmiş. Ama şansımıza kurak mevsimden yeni çıkmamız sebebiyle Muson yağmurlarının yağmasına rağmen Mekong nehri istenilen seviyeye gelmemiş ve tekneler kalkmıyor. Kalksa kişi başı 22$dı bilet fiatı. Kamboçya gezisinde en çok buna üzüldüm neyse sağlık olsun bizde kişi başı 11$ verip buranın en ünlü seyahat şirketinden otobüs bileti alıyoruz.
Şimdiki durağımız Royal Palace. Kral'ın sarayı . Tayland'daki Grand palace 'nın bekçi kulubesi gibi bir yer. Burayı vaktiniz kalırsa gezin bizde hemen çıkıyoruz. Kral Sihanuk'un resmi. Ama toplum üzerinde haklı olarak Rama kadar etkisi yok ve fazla sevilmiyor. PolPot zamanında yapılan vahşetten haberim yoktu demiş. Evet 7 milyonluk ülkenin 2 milyonu hunharca işkenceyle katlediliyor ve haberin olmuyor. Birde Mir uzay üssünde filan değilsin o ülkenin kralısın. Bush'un biz demokrasi getiriyoruz bahanesi gibi bir şey.
Kendimizi Kızıl Kimerler Zamanında ruhhastası , soykırımcı PolPot rejiminin hapisanesi Toul Sleng'te buluyoruz. Şimdiye kadar yazılarımı hep espirili bir dille yazdım ama burda gördüklerimiz espiri kaldırıcak şeyler değil. burayı gezerken yüreğiniz sızlıyor. Demekki her şey palavra, insanın Nietchze'ye hak veresi geliyor , Tüm yapılanlar güç elde etme arzusu. Gücü ele geçren karşı tarafa olmadık şeyler yapıyor. Yoksa hümanizm, demokrasi, insan hakları vsvsvsvs insanlık bir adım bile atmadı.
Mahkumlar buralarda işkence görüyor
Hapishane kuralları
bu kısımda şoke oluyorsunuz. İşkence görenlerin çoğu çocuk. Bu fotoları bile işkenceyle çekiyorlar. Dik durmaları için bir alete çiviliyorlar insanları. akıl almaz bir vahşet.İşkence aletleri gördükçe titriyorsunuz.
Fotograf çekilirken mahkumlar dik dursun diye çivili düzenek. Daha sonra kadının çocuğuda ilerde isyan etmesin diye öldürülüyor.
Ve bu katliamlar çok yakın bir zamanda vietnam ordusunun rejimi yıkıp başkenti ele geçirdiği tarih 7 ocak 1979'a kadar yapılıyor. Şimdi bizdeki liberal , demokrasi havarisi, hümanist , börtü böcek seven yazarların pek beğendiği Birleşmiş Milletler BM
4 sene bu vahşete bakıyor öyle. Bizim ülkemize gelen ve ahkam kesen bayan Mitterand'ın eski sömürgesi olan ülkede 2 milyon kişi işkence görmüş nedirki. bu Kızıl kimerler savaş suçlusu olarak yargılanacağı yerde kaçtıkları Tayland sınırında ABD ve Fransa'nın desteğiyle yeniden toparlanıp önemli bir güç haline getiriliyorlar. Ve yine ülkemizdeki liboş yazarların devamlı atıfta bulunduğu Magna Carta yani büyük sözleşmenin ana vatanı demokrasinin beşiği olan ingiltere ise Reagan'ın yakın yoldaşı Demir Lady Margereth Thatcher 'in SAS komandoları 1983 yılında arta kalan Polpot çetelerini karamayınları konusunda eğitiyor. Sonuç Kamboçya'da gördüğümüz yüzlerce kolsuz bacaksız çocuk. Sonrada "We are the world " tarzı konserler, Dalga geçer gibi Nelson Mandelayı ortaya alıp göbek atmalar, The Killing Fields tarzı ağlıyan artistlerin olduğu filmler, ülkemde bana insan hakkı dersi verip ahkam kesen sivil toplum örgütleri. ABD denetimindeki Birleşmiş Milletler (BM) ise soğuk savaş bitimine kadar Pol Pot ve Kızıl Kimerlere 'Kambocya halkının tek temsilcisi' olarak sandalye verdi. Sanki komedi filmi. Kamboçya'ya 'carpet bombing' denilen halı bombalama emrini veren zamanın ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger'a nobel barış ödülü verildi. Hoş şaşmamak lazım artık Nobeli almak çok kolay ama nedense 2 milyon Kamboçya'lı öldürdük dediğinizde öyle kolay Nobel'i alamıyorsunuz. Yine demin bahsettiğim yazarlar Nobel ödülünü yerlere göklere sığdıramıyorlar. Enteresan.
Hepsi bu işkenceleri makyajlamak amacıyla yapılmış şeyler
Yaş gençken bende cahil aklımda devlet hakkında atıp tutardım. Ama gezip gördükçe bir şeyin farkına vardım. ama iyi ama kötü ama eksik. Allah bir ırkı devletsiz bırakmasın.
İşte o zaman jenosid , soykırımda görürsün, sömürge olup kobay olarakta kullanılırsın , sana her türlü zulüm eziyette yapılır. Sömürge olmadığımıza bir kez daha dua ediyorum.
Daha önce lise o olan bu meşhur hapisane Toul Sleng Te vahşet 4 yıl sürüyor.
bu resimleri gördüğümde ilk bu kadarda olmaz demiştim. Meğerse bunlarda gerçekmiş. Soykırımda sağ kurtulan biri resme dökmüş bu vahşeti. İnternet sayfasıda bu adreste tamamiyle şansa buldum hapishanede yazmamışlarda bir yere. http://www.cbc.ca/sunday/cambodia/gallery.html#
Şu sıralar Cia'nin uyguladığı söylenilen meşhur su işkencesi.
Bu işkencelerin Polpot'un hikayesi internetten okuyup öğrenin. Daha yazmak istemiyorum. Ama bu ruh hastası koca bir ülkenin tüm entellektüel tabakasını yok etmiş. İnanmakta zorluk çekiyorsunuz ama 4 yıllık rejimi zamanında bu adam gözlüklü birini gördülermi sen ajansın diye işkenceyle öldürtüyormuş. Saat takanlarında akibeti aynı şekilde vuku buluyor. Tüm entellektüeller, profesörler toplumu ayakta tutan tabaka katledilmiş. Köylerden topladığı ve beynini yıkadığı 16-17 yaşındaki gençlerle tarumar etmiş Kamboçyayı. Öküz arabaları hariç tüm motorlu araçlar, toplumun ayakta durmasını sağlıyan okul, fabrika, hastane, üniversite, basın medya, bankalar hepsi yokedilmiş. Hayalindeki ekonomi pirinç üretmek ve satmak. Bu arada parada yasak. Müzik yasak, din yasak. Kendisi çok iyi Fransızca bilmesine rağmen yabancı dil bilen herkesi ajan diye öldürmüş. Hatta kurşun harcanmasın diye kesici sivri aletlerle birde bebekler ilerde ayaklanmasın diye ağaçlara çarpa çarpa öldürülmüş. Acaba bu akılalmaz vahşetin arkasındaki motivasyon neydi. Baksan adamlar güleç yüzlü hümanist bir felsefeye sahip budist insanlar. Bir Polpot gençliğinde şiirler yazıyormuş. Hoş Hitler'de gençliğinde ressamdı. Bizim politikadaki ressam ve şairlerimize dikkat etmek lazım. Tabi bu kasap yükselen vietnam ve sovyet tehlikesine karşı Amerikan ve batılı güçler tarafından başa geçirilmiş. Sonra Vietnam tarafından yıkılmış. Şimdiki kral kalanlarıda affetmiş. Hala orduda bunlardan var. Tabi ele başları ya kayıp yada PolPot'u satmışlar.
Toul Sleng ten sonra planımızda şehrin 15 km dışındaki ünlü Killing Fields yani ölüm tarlaları var. Burası pirinç bataklıklarının hemen yanında olan bu yerde
içlerinde 100 ila 500 arasında değişen insan cesedinin olduğu 129 kuyu bulunuyor.
Girişte bizi Polpot'un tarihi mirası insanlık dramını anlatan Jenosid Anıtı bekliyor.
İsim ve tarihi olaylar hatırlanması için kazınmış anıta.
Cesetlerin bulunduğu kuyular
Çocukların ağaca vurularak öldürüldüğü yer.
Burada daha durmak istemiyoruz. Gezide en çok bugün yorulduk. Tuktuk'a atlayıp Toul Tompoung Market'e gidiyoruz. Hediyelik eşyalar daha ucuz Tayland'a göre alışverişimizi buradan yapıyoruz. Ek bir bilgi daha; orjinale yakın kuşe kağıda Lonely Planet kopyaları buralarda 2-3 dolar arası. Seneye planımızda olan Laos ve Vietnam için Lonely planetlerimi buradan alıyorum. (Korsana hayır)
Phon Pen sokaklarında turluyoruz. Bir şehri gezmenin öğrenmenin en iyi yolu kaybolmaktır mottomuzu yine uyguluyoruz. Phon Pen de motor filan kiralamayın. Berbat bir trafik var. Birde araba kullanmaya yeni başladıklarından ışıklara şerid ihlaline filan hiç uymuyorlar.
Şehir meydanını buluyoruz en sonunda.
Nehir kenarında güzel bir lokantada oturuyoruz. Khmer mutfağında Varan'ın iştahı açıldı. Özellikle yöresel yemek olan biftekten yapılan Loklok ta diyor başka şey demiyor. Yanında 640 ml lik AngKor birasını özellikle tavsiye ederim. İçimi güzel Chang ve Efes'le yarışır. Kenardada Türk bayrağımız dalgalanıyor. Kamboçya'da Türk bayrağı duygulandırıyor insanı.
Karanlık basıyor. Zaman okuluna geliyoruz. Semih'le Önder var. Abi diyorlar sizi evde bekliyorlar. Altlarında motor. Canım diyorum bu motor çekmez beni. Atla abi diyor ben seni götürürüm. Aman hızlı kullanma diyerek Semih'in motora biniyorum. Varan rahat antalya'da yunuslarda zaten. Birlikte evlerine gidiyoruz. Saolsun semih gayet temiz kullandı. Onlar bir türkle karşılaşmanın zevki biz bu yaban ellerde bu dostluğu bulmanın mutluluğuyla, bilimden politikaya, felsefeden coğrafyaya, tarihten din'e, filmlerden bilgisayar oyunlarına kadar geniş bir yelpazede sohbet ediyoruz.
Soldan Sağa; Ben, Gıyasettin Ustamız, Orada üniversite eğitimi gören ve iyi kimerce bilen Semih, cidden kusura bakmasın adını unuttuğum okulun matematik hocası olan arkadaş.
Kemal hoca ve Önder. Önder komik bir arkadaş ve espirileri oldukça klas. Sohbet boyunca yerlere yatırdı bizi. Hele abi burada bir meyveler var bırak yemeyi görseniz korkarsınız sözü bayağı bir güldürmüştü. Artı kamboçya'dan sohbet açılınca, abi burada kimse sigara içmiyor yalnızca buranın ameleleri sigara içer diyince Gıyasettin ustayla birlikte tüttürdüğümüz sigaralara bakmıştık :-) Cidden tayland ve kamboçyada halk sigara içmiyor. Ama kumar ve alkol bağımlılığı çok fazla. Her şey üzerine bahis oynuyorlar.
İçtiğimiz çay miktarından utandım artık. Bu tatilde tek çayı özledim. Farkında olmadan çay bağımlısı olmuşuz Türkiye'de. Ellerine sağlık Gıyasettin Usta.
Sohbettede bayağı bi bilgileniyoruz. Mesela yakın zamanda denizde 2 milyar dolarlık petrol bulunmuş Kamboçya'da. Amerika'da bu petrolü Kamboçya kullanamaz demiş. Şimdiki adını unuttuğum başbakansa vermiş veriştirmiş Amerikaya.
Buranın dili kimerce ve tayland'ın dili sanskritçenin bir türevi ve vurgu çok önemli.
Vietnam ise latin alfabesine geçmiş. 2 türk öğrencimiz burada üniversitede okuyorlar ve bu dili öğreniyorlar.
Otelde tv izlerken dikkatimizi çekmişti onuda sorduk. Burada televizyonlarda son vizyon filmleri oynuyor. Resmen görüyorsun dvdden menu seçiliyor film başlıyor. (Korsana hayır)
Kralın oğlu bir partinin başındaymış atıp tutmuş Başbakan hakkında, şimdi yurtdışına kaçmış.
İstemeden bu güzel sohbetten ayrılıyoruz. Sabaha yolumuz uzun. Motorla otele bırakıyorlar.
Sabah 08:30 ta otobüsümüz kalkıyor. Allahtan Phonpen ve Sieam Reap arası yol asfalt ama dar.Otobüs rahattı uyuya uyuya varıyoruz SiemReap'e. Güneydoğu asyada seyahat edicekseniz yanınızda bir kalın bir şey bulundurun toplu taşıma araçları için. Zira piskopat gibi klima açıyorlar. Ben içtiğim bol acılı çorbalar sayesinde hastaolmadan atlattım ama bünyeniz zayıfsa kötü çarpıyor. Varan'ın başına zehirlenmede dahil bilimum atraksiyonlar geldi.
Arada bir mola veriyoruz. burdaki lokantanın pisliğinden ben bile yiyemiyorum. Varan'a çekirge ısmarlama çabam dayak tehtidiyle son buluyor. Halbuki buradakiler çerez gibi otobüste yiyorlar çekirgeleri.
Şimdi burada bizi sınırdaki dilenci çocuklar tadında bir tuktuk ordusu bekliyor. Kabus gibi içeriye girmeye çalışıyorlar polis engelliyor. Kemal hoca bizi uyarmıştı 1 dolara anlaşın oteli beğenene kadar dolaşırım diyin demişti. Çünkü otelde kalırsak tuktukçuda otelden komisyon alıcak. Ama bu mahşeri tuktukçu kalabalığında ne mümkün. Ya Allah deyip aralarına daldık, kimi çantayı çeker zorla tuktuğa koymaya çalışır, kimi bağırır çağırır. birde hepsi birbirinin sesini bastırmak için avazı çıktığı kadar bağırıyor. İnsan kafa göz dalmamak için kendini zor tutuyor, özellikle çantamı çeken çakal kılıklı tuktukçuya kafayı gömmek ne rahatlatırdı beni. Ama ne demiştik şiddet yok, Şiddetle bir yere gelinseydi Rambo hala 60 yaşında Laos sınırında burmalı askerlerle didişmezdi. Hem bu tuktukçular size çift vurup tek sayarlar o meydanda.
Şansımıza Varan hiç sesi çıkmayan bir tuktukçuya atıyor çantaları. En arkada kalmış sessiz konuşmayan bir tuktukçu sempati uyandırıyor.
Otele gitmeden benzin alıyoruz. Benzin istasyonları böyle Kamboçya'da
Sonradan adını öğrendiğimiz tuktukçumuz Ozone bizi Ancient Angkor Guest House götürüyor. Fazla dolaşmaya gerek yok. Odalar temiz, tv , klima, vantilatör banyo ve genişlik iyi. 2 kişi 15$ la anlaşıyoruz. Ozone'la 3 günlük AngkorWat gezisi için 30$ la anlaştıktan sonra duşumuzu alıp kendimizi Sieam Reap sokaklarına vuruyoruz. Angkor Wat ta bilinen tüm tarihi yerleriBurada barlar sokağında favori mekanımız tam köşede olan Red Piano . Diğerlerine göre biraz pahalı olmasına rağmen yeri güzel, ortam temiz ve özellikle yemekler güzel. Sieam Reap , Phon Pen'e göre daha rutubetli. Ve hayvanat populasyonunu burada daha yakından görüyorsunuz. Özellikle tropik ormanın içinde olan Angkor Wat'ta rutubet tavan yapıyor.
Yarın için çok heyecanlıyım. yıllardır merak ettiğim Angkor Wat'ı görüceğim.
Ek bir bilgi daha. AngKorwat'a gitmeden SiemReap'in içinde sabaha kadar açık marketler var. Suyunuzu , yemeğinizi buradan alın sırt çantanıza atın. Zira içerde herşey 2 veya 3 katında. Ve su içiceksiniz emin olun :-)
Angkor Wat gezisini bitiriyoruz. Ben böyle bir yer dolaşmadım. Akıllara zarar tarihi bir kompleks. Geziyle ilgili detaylı bilgiler aşağıda
Angkorwat Gezisi
Ozone'ın arkadaşıyla sınıra gitmek için 30$'la anlaşıyoruz. Sabah bizi 07:00 de otelden alıyor.
Yine o kabus gibi sınır yoluna dalıyoruz. Aslında yol demiyim tarla.
İşte bu tarlada sağa sola kaya kaya ilerliyoruz. Birde adamlar hızlı gidiyoruz. Biz Türkiye'de böyle bir çamurlu tarlada 20 yi geçmeyiz. Yazında buralar tozdan mahvoluyormuş.
Yine sınır stresi. Bu seferde kazasız belasız atlatıyoruz. Aslında ; Jack Bauer gibi Kamboçya konsolosluğunu basıp o adamı dövesim var ama diplomatik kriz yaratmak istemiyoruz :-)) Tayland tarafına geçtiğimizde resmen vatanımıza gelmişiz hissi yaşadık. İnsan rahatlıyor. Otobanda gitmeyi özlemişiz.
Devlet otobüsüne binip 128 baht'a Bangkok'taki Ekemai istasyonuna geliyoruz. Bangkok'ta hava daha az rutubetli Angkor Wat'a göre.
Kamboçya maceramız burada bitiyor.