Güzel bir roman , okurken zevk verdi. Aslında biraz tereddütle almıştım , yazarın daha önce bir romanını okumamıştım ama ilk sayfadan itibaren kendini okutmayı başardı. Yazar Tim Willocks dersine iyi çalışmış tüm detayları layıkıyla veriyor .
Yıl 1565 , Muhteşem Süleyman bizdeki ismiyle Kanuni Sultan Süleyman , 20 sene evvel Rodos'u aldıktan sonra şövalyelerin son sığınağı olan Malta'yı ele geçirmek istiyor.
Bir tarafta Osmanlı'lar bir tarafta Roma kilisesi, bir tarafta adayı savunan St Jean Hospitalier şövalyeleri, bir tarafta yahudiler.
Olay örgüsü ve romanı zamana bağlama işi güzel yapılmış. Tüm olay savaş esnasında geçiyor. Tabi marjinal bir aşk sosunuda eklemeyi ihmal etmemiş yazarımız.
Osmanlılar, Roma kilisesi ve şövalyeler hakkındaki detaylar güzel ve titiz bir çalışmanın ürünü olduğu aşikar. Örneğin o zamanki batı dünyasında soylu kanı taşımıyorsan bir hiçsin. yahudilere insan muamelesi yapılmıyor. Tam tersine Türklerde
yeterli eğitimi alırsan Padişahlıktan sonra en yüksek makam olan Sadrazamlığa gelebiliyorsun. soyluluk için kan bağı aranmıyor yetenek yeterli.
Osmanlı'lar Akdenizde'ki yağmaları ve korsanlık olaylarını engellemek için şövalyelerin son sığınağı olan Malta'yı ele geçirmek istiyor. Roma Osmanlı'ya karşı ama Şövalye'lerede diş geçiremiyor. Bu savaştan şövalyelerin yönetimini ele geçirip maksimum faydayı elde etmek istiyor ve en yetenekli en piskopat enginizisyon rahibini Ludovico'yu tarikatın içine sızması için Malta'ya gönderiyor. Malta Tarikatının yani şövalyelerin başı La Valette hem Roma'ya hem Kanuniye posta koyan ayrı bir denyo. Yahudiler ise; İstanbul'da yaşayanları aleni, batı dünyasında yaşayanları ise el altından Kanuni'ye parasal yardım yapıyor.
Roman'ın ana kahramanı Mattias Tannhauser ise bu karmaşanın içinde bir deli oğlan. Saksonya'nın bir köyünde doğmuş , yaşadığın köy Türk'lerin baskınına uğruyunca. Devşirme olmuş enderun'da yetişmiş . Yeniçeri olmuş. Sultan'ın ordusunda çeşitli seferlere katılmış sonra bir olay yüzünden (kitapta okursunuz) batı dünyasına dönmüş bir maceraperest. Yakın iki dostuyla bir taverna açmış ve ticaret yapıyor. Artık savaştan ve savaşmaktan tiksinmiş.
Yalnız, yazar bu kahramanı oluştururken bence Trevenian'ın Nichola Hell karakterinden aşırı etkilenmiş. Çok büyük benzerlikler var. Aynı Hell gibi Tannhauser'da ait olduğu dünyadan ayrı bir yerde yüksek onur kavramlarıyla çağına göre iyi bir eğitim almış. Aynı onun gibi olaylara kayıtsız ve her şeyin saçma olduğunu biliyor.
Trevenian'ın shibumi romanındaki gibi düşmanı enginizisyon rahibi ,çağının tüm gücünü arkasına almışken onun bir avuç dostu ve yetenekleri arkasında. İkiside bir çok yabancı dili ana dili gibi biliyor ve kültürler arası geçişi rahat yapabiliyorlar. Yalnızca Tannhauser'in shibumiye filan ulaşma gayesi yok afyon, içki, yemek , kadın ,A llah ne verdiyse saldırıyor. Ölçü yok arkadaşta. Ama dostlarına verdikleri sadakat Hell'le birebir aynı.
Taraf tutmuyor , savaşın saçma br şey olduğunun farkında yalnızca yapması gerekeni yapıyor. Roman'da geçen şu satırlardanda anlıyabiliriz.
"Bu yaratıkları tanırdı. Padişah, Vatikan, Tarikat, İslam yada Roma. Hepside yalnızca
güç ve insanlara itaat ettirme peşindeydi. Onların gözünde insanların değirmende öğütülmüş tahıldan farkı yoktu. La Valette, Ludovico, Papa , Mustafa, Süleyman hepside aynıydı. Şatafatlı kıyafetlere bürünüp koskocaman kibirlerini beslemek için katliamlar düzenliyorlardı"
Romanı okuyun gayet güzel .
10 üzerinden 8 diyorum