Sayfalar

Recent Posts

2013/08/22

SHIBUMI


“Olağan görünüm altında yatan gizli üstünlük, o kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok, o kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok, o kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok, bilgiden çok anlayış, ifade dolu bir sessizlik, kendini kanıtlama gereği duymayan alçakgönüllülük,
zarif bir basitlik, büyük bir ruhsal rahatlık ama pasiflik değil, hakimiyet peşinde olmayan otorite, elde edilemeyen ancak keşfedilen bilgilerden geçip basitliğe varmış.”

Trevanian’ın Shibumi adlı romanındaki bu satırları okuduğumda, Japonların uzaydan geldiklerini düşünmüştüm. Herhalde bizim anlamadığımız korkunç bir felsefeleri var demiştim kendi kendime. Aslında haksız da değildim, çocukluğum karate filmlerini izleyip ve sinema çıkışı filmden öğrendiğimiz hareketlerin yolda tekrarlanmasıyla şekillenmişti. Mahallede sopalarla yaptığımız "kendo" çalışmalarının izleri hala durur kafamda.  Ellerinden duman çıkartıp ortalıktan kaybolan Ninjalar kalıcı hasarlar oluşturmuştu o çocuk aklımda. Onur için harakiri yapanlar, sol elinin serçe parmağını kesenler, geyşalar, samuraylar, ninjalar,  “go” oyunu, kamikazeler her şeyiyle değişik bir kültürdü.

 Japonlar, Friedrich Nietzsche‘nin “Seni öldürmeyen şey, seni güçlendirir” sözünün canlı bir örneği. Bu arada, Japonya’da kitapları en çok satan yabancı filozofun Nietzsche olduğunu belirteyim. Bir ülke düşünün, kurulduğu günden beri beşik gibi sallanıyor, tsunamiler yaşıyor; piknik tüpü gibi nükleer santralleri patlıyor,  petrol, kömür, demir gibi doğal kaynakları yok, ekilebilir tarım arazileri çok az, iki tane atom bombası yiyor, ama yine de “Yıkılmadım ayaktayım” diye devam ediyor. Takdir edilesi bir özellik.

Sırf bu düşüncelerle, modernite ve pahalılık açısından gezme stilime uymadığı halde Japonya’ya gittim. Cidden gezdiğim ülkeler arasında, farklılık bakımından uzak ara önde. İroniler ülkesi diyebiliriz. Kafelerde, restoranlarda, tüm kapalı mekanlarda serbestçe sigara içebiliyorsunuz ama sigara içilmesi yasak olan caddeler var. Evet, bazı caddelerde sigara içmek yasak, gizli kamera şakası gibi. Bahşiş kültürü olmayan gezdiğim tek ülke. İngilizce konuşan insan sayısı yok denecek kadar az. Tabelaların hepsi kendi kanji alfabesinde. Metrolarda, kafelerde, yaşını başını almış bir sürü amca sanki Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’ini okuyormuş gibi bir ciddiyetle artık porno sınırları içinde olan hentaileri (pornografik çizgi roman) okuyor ve kimse yadırgamıyor. Trenlerde görevliler önce selam verip sonra sanki ilgili bir ebeveyn çocuklarıyla konuşuyormuş gibi sevecenlikle bir şeyler anlatıyorlar. İnsanlarda maksimum bir kibarlık, bir anlayış. Suç oranı sıfıra yakın, hırsızlık nerdeyse bilinmiyor.  En büyük fobi adres sormak, ne yapıp edip o adresi bulduruyorlar size.


 Japonya gezimin bana en büyük faydası, bu adamların uzaylı olmadığını anlamak oldu. Mesela içkiye benim gibi dayanıklı değiller, Tanzanya’daki gibi rezil olmadım. Resimdeki vatandaş Keiichi, Osaka’da bir “Irish pub”da benimle bira & viski yarışına katıldı. Sonuç malum. Kendisi şu anda nükleer karşıtı gösteri yüzünden arkadaşlarıyla birlikte kısa süreliğine gözaltına alınmış. Evet, ileri demokrasi olmaması da enteresan Japonya’da.


 Ismarlama kültürü, bizimle birebir aynı. Bu biralar eşliğinde bir tür Japon pizzası olan Okonomiyaki şöleninden sonra hesap ödeme sırasında tartışma çıkmıştı, herkes ben ödeyeceğim diye tutturdu. Valla ne yalan söyleyeyim, karate filan yaparlar diye fazla ısrar etmedim. Benim sağımda oturan Tomo Yamamoto’yla, couchsurfing aracılıyla Osaka‘da tanıştım. Öyle bir misafirperverlik gösterdi ki, insanı mahcup etti. Gerçek Osaka çocuğuymuş, yiğidin harman olduğu yerden. Bunun altında kalamazdım, Tomo dedim söz ver Antalya’ya geliyorsun. Yeni bir huylarını daha öğrendim: Sözlerinde de kesinlikle duruyormuş bunlar.


Tomo, ilk İstanbul'da takıldı, işte Japon'ların gittiği fiks yerler; İstanbul'da Japonya'ya gitme planları olan Murat arkadaşımı taktım peşine, Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, İstanbul Arkeoloji müzesi, Taksim vs gezdiler durdular. Murat daha sonra Japonya'ya gidince sağolsun Tomo'nunda bayağı bir kıyağı olmuş , Murat'ın hastası olduğu Japon şarkıcı ; "Ayumi" nin konserine bilet bulmuş.

 Bu delioğlan bayan arkadaşlarımada musallat olup Bağdat caddesi ortamlarınada aktı. Hadi Antalya'ya gel artık dediğimde, her seferinde dur abi geleceğim, şu iş çıktı, burayada bakmam lazım gibilerinden bir sürü bahane uydurdu.


En sonunda  Göreme öncesi otobüse atladı geldi Antalya'ya . Zaten şu Japonlar'daki Peri Bacaları ve Pamukkale fetişizmini bir türlü anlayabilmiş değilim. Osaka'daki tüm turizm acentalarında Peri Bacalarının afişleri vardı.

Antalya’ya gelince, hemen rakıya başladık. Tabii sarhoş bünyeyle Japon kültürü, Japonlar hakkında ne var ne yoksa öğrenmek istiyor insan. İlk “Shibumi nedir Tomo?” dedim.


“Abi o bir çeşit baharat,” dedi. İşte o an Osmanlı tokadını geçiresim geldi. Baktı tüm hayallerim yıkıldı sinire kestim, işte bir çeşit lezzet falan filan diye toparlamaya çalıştı.
“Bari şu Go oyununu anlat, Yahoo’nun oyun portalında Japon veletlerine paso yeniliyorum, inceliklerini öğret şu oyunun da kendini affettir,” dedim. “Abi ben tavla biliyorum,” dedi.
“Tomo, sus ve al şu taşları, çapayı bahçemi düzenle, şurada bir zen bahçesi oluştur, üç beş bonsai de yap, baktıkça içimiz açılsın,” dedim.
Tüm Japon kültürü hayallerimi yıktığı için elin Japon’unu sadistçe bir zevkle tarlada ırgat gibi çalıştırmaya başladım. 128 milyonluk Japonya'da bula bula en denyo en kendi öz kültüründen uzak en asimile Japonu bulmuşum, şans işte.


Sonrasında rakının affedici etkisi ağır bastı, “Gel köftehor, yorduk seni, bir okonomiyaki yap ta yiyelim,” dedim. Okonomiyaki bir çeşit Japon pizzası, Osaka’da hastası olmuştum, bu delioğlan da restoranlarda çalışmış, Allah için güzel lezzetli yapıyor. Ana malzemesi un ve lahana, içine de isteğe göre, sucuk, sosis, tavuk ne varsa dolduruyorsunuz. Zaten kelime anlamı:
Okonomi = ne istiyorsan
Yaki = yakmak, pişirmek. Yani ne istiyorsan yak pişir. Yanlış da olabilir, o kafayla anladığım buydu.



Sonra kahve falına baktırdım Tomo’nun. İlerde çok zengin olacakmış. “Bak sakın unutmuyorsun bu güzel abini,” şeklinde yerimi sağlamlaştırdım. “Söz abi,” dedi. Sözlerinde durduklarını bildiğimden çok sevindim.


 Bu Shibumi hayal kırıklığından sonra, hiç yoktan iyidir, çocuklar da biraz Japon kültürünü tanısın diye Tomo’yu kızın okuluna gönderdim. Hoş bu delioğlan ne öğretti Japon kültürü diye o da bir muamma ama değişiklik oldu çocuklara. Canlı kanlı bir Japonu nadir görürler sınıflarında.


Sonuç itibariyle bu adamları anlamak zor. Hem bize benziyorlar, hem de bir o kadar farklılar. Bu sebeple Japonları anlama çabalarımdan vazgeçtim. Sakeleri güzel ama. Sırf bu yüzden bir daha gittim Japonya'ya.

1 comments: